menu

13 Şubat 2017 Pazartesi

GÜNEY AFRİKA



29.01.17 Cumartesi gününün ilk saatleri olan 02.45’te uçağımız Cape Town’ a gitmek üzere yola çıktı. Uçuş süreleri yazın daha kısa, kışın daha uzun sürüyormuş. Kışın yolcu az olduğu için başka yere de uğruyormuş. Aralık, ocak ve şubat ayları oranın yaz mevsimi oluyor. Yani mevsimler bizimki ile ters düşüyor.


Yüzölçümü 1219912 km. Güneybatısında Atlas Okyanusu, güney ve doğusunda Hint Okyanusu, kuzeydoğusunda Swaziland, Mozambik ve Rodezya, kuzeyinde Bostwona, kuzeybatısında Namibya vardır. Ülkede 3 adet başkent vardır. Yürütme Pretoria, yasama Cape Town ve yargı başkenti Bloemfontein’dir. On bir adet farklı dil konuşulur. ~55 milyon nüfusa sahiptir. Bu nüfusun % 80’ i Hıristiyandır. En fazla nüfus 4 400 000 kişi ile Johannesburg’tadır. Ülke nüfusunun % 60’ ı Afrikanca konuşur. Sokaklarda ırkçılık var ama kanunlarda herkes eşit.Siyah ve beyazın arkadaşlığı bile çok zor görülüyor.                       
 






Nelson Mandela, 27 yıl hapis hayatını hep Cap Town' da geçirmiş sonra Johannesburg'a gitmiş.Özgür olunca 80000 kişiye bir balkon konuşması yapmış. Bu konuşmadan 4 yıl sonra ilk siyahi devlet başkanı olarak seçilmiş. 2014 aralık ayında vefat etmiş. Mandela, birçok insanın bildiğinin tam aksine Atatürk hayranı ve Nutuk’ u çok iyi bilen özgürlükçü bir lidermiş. Barış Ödülü’nü almamasının sebebi: Bu ödül verildiği sırada Türkiye ‘de darbeyle başa gelmiş bir hükümet olması ve aynı zamanda diğer ülkelerin Türkiye üzerinden silah  satışı yapmış olması                                             ve bu  silahlarla siyahların katlediliyor olmasıymış.

            On adet uluslararası havalimanı var fakat en çok Cape Town ve Johannesburg’a uçulurmuş.





Kişi başına düşen milli gelir bizimki ile aynı. Milli sporları rugbydir. Her tarafta golf sahaları var ve hepsi oynamayı biliyor.
Bitki örtüsü:savanlar, ormanlar, otlaklar, çöller, yarı çöller ve makiler.
Güney Afrika'da denize girme kültürü yok çünkü dalga boyu çok yüksek,her tarafta köpek balıkları var,çok rüzgar alıyor ve deniz suyunun sıcaklığı yazın 16-17 derece,kışın 11-12 derece yani insan vücut ısısının çok altında olduğu için hipotermi başlıyor;hipotermi ilk ensede hissedilirmiş, bu yüzden her yerde havuz var.
Yeraltı madenleri oldukça zengin. Altın, elmas,platin fazlasıyla mevcut. Elmas ile pırlanta arasındaki fark ise ham haline elmas, işlenmişine ise pırlanta deniyormuş. 1905 yılında dünyanın en büyük elması burada çıkartılmış. Ülkede suç oranı çok yüksek. Halkın % 91’i siyah devamı ise beyaz.1964 senesinde İngiliz sömürgesinden kurtulmuş. Para ise beyazların elinde. Özel güvenlik şirketleri ekonominin % 7’ sini oluşturuyor. Beyazlar sürekli bir korku içinde yaşıyor. Hatta bazı bölgelere beyazlar hiç gitmiyor. Toplu taşımacılık daha çok siyahlara yönelik. Gece asla dışarda yalnız gezmeyin ve her taksiye de güvenmeyin. Gasp olayı çok fazla oluyormuş. Mümkün ise otelinizin shutle veya üzerinde TAXİ arması olan araçları kullanın. Otomotiv sektörü çok gelişmiş. Reşit olan herkese bir araba alınıyor fakat bu arabalar ekonomik olması açısından yeni üretim yılında yapılmış ama eski kasalardan oluşuyor. Yani yeni kasalar çıkınca da halen eski kasa üretimi devam ediyor. Bir Türk burada tamir atölyesi kurmuş ve işleri oldukça iyiymiş çünkü önceden hemen parça değişimine gidiyorlarmış oysa şimdi tamir yolu açılmış. Gene ilk kuaför bir Türk girişimci tarafından açılmış. Hizmet sektöründe çalışan siyahların anlayışı oldukça kıt,epeyce sabırlı olmanız gerekir. İngilizceleri ise anlaşılması epeyce zor. Beyazlarda eğitim %100 ve eğitim süresi 12 yıl.

                           Para birimi:ZAR yazılır,ran diye okunur. ZAR, Güney Afrka Ran’ı demektir.














Türkiye bir saat ileri çünkü bizde yaz saati uygulaması var. Oysaki aynı meridyende olduğumuz için saat farkımızın olmaması gerekirdi. Hava en fazla 40 derece oluyormuş. Bizim orada olduğumuz süre içinde gündüzleri genelde 26 derecede seyretti. Gece ise 14-16 derecelerde idi.Nem olmadığı için sıcak sizi bunaltmıyor. Yağış olduğu zaman sıcak, suyu hemen buharlaştırıyor ve çamur olmuyormuş.
400000 €' luk mülk alırsan oturma izni veriyorlar. Asgari ücret 900 ZAR

Şehri gezerken, Osmanlı İmparatorluğundan gelen Ebubekir Ulema Efendi'nin yaptırmış olduğu Turkish Bath'i de göreceksiniz.

Ekspat,dışardan belli bir süre çalışmak için gelen insanlara deniyormuş.
Sıtma aşısına gerek yok çünkü gidilen bölgeler son derece turistik yerler. Ayrıca bu aşılar halüsinasyon yapıyormuş. İlk kalp nakli Christian Bernard tarafından 1967 de Cape Town’da yapılmış. Sadece 7 dakika yaşamış. Burada aids vakası çok fazla ama bunun da çaresini büyük oranda bulmuşlar.
Ülkenin en güneyi ile en kuzeyi arasında 3500 km var. Ulaşım mesafeler uzun olduğu için çok pahalı.




Mesai saatleri:09.00-16.00,cuma ise 14.00'de bitiyor. Trafik sabahları 7.00-9.00,akşamları ise 16.00-19.00 arası çok yoğun oluyor. İngiliz sömürgesinden geldikleri için direksiyon ve yolun akışı sağdan. Tüm ülke 15 aralık-15 ocak tarihleri arasında bir ay tatil yapıyor.



                                                                                                            Müslümanlar ülkeye ilk geldiklerinde, onlara verdikleri bölgede rengarenk çok güzel görünümlü evler yapmışlar.





Gezilecek tek yerleri olan Waterfront'ta aradığınız alışveriş,eğlence ve restaurant ihtiyacını giderebilirsiniz. Yanlız fazla bir beklenti içinde olmayın.


























                                           Waterfront' un lüx evleri de hemen sahilde yer alıyor.



        Deniz mahsulü müthiş yemeğimiz dört kişilik olarak düşünülebilir,fiyatı 1500 ZAR.















 Aktivitelerin olduğu bölgeye ulaşmak için  açık olarak gördüğünüz köprüyü geçmeniz gerekir.











Meydanda sanki karikatürize edilmiş gibi dört önemli adamlarının heykellerini göreceksiniz.






1087 m yüksekliğindeki Masa Dağı'nın ancak 1067 m yüksekliğine kadar 1924 yılında İsviçre'nin yapmış olduğu bir teleferik ile çıkılıyor. Orange River, kireçtaşını eritmiş ve ortada kalan sert kısım dağı oluşturmuş;şeklinden dolayı da bu ad verilmiş. Teleferik ile çıkarken asla tutunmayın çünkü alt kısmı herkes etrafı görsün diye yavaş yavaş dönüyor, aksi halde dengeniz bozulabilir. Teleferik rüzgarlı havada asla çalışmıyor. Sabah erken saatlerde gelirseniz de fazla sıra beklememiş olursunuz.Masa Dağı'nın baktığı körfeze Masa Körfezi denir.









                 Eğer geç gelicek olursanız panoromik resimdeki yerler hep kuyruk olmuş olacak.



                                    Buraya aynı zamanda Ümit Burnu Milli Parkı da deniliyor.

                 Aslan Dağı'nın uçkısmına signal tepesi deniyor. Buradan gemilere sinyal veriliyormuş.


                                                Bu resim şeklinden de anlayacağınız gibi aslanbaşı.














  Burada ' Protea 'adında yöresel bitkiler var. Bunlar çok değerli endemik (sadece o bölgede yetişen ) bitkiler. Ayrıca ' Dassie ' adında fareye benzeyen sadece otla beslenen bir hayvan türü de mevcut.Bunların elle beslenmesi kesinlikle yasak, aksi takdirde avlanma alışkanlıklarını kaybediyorlar.











 Resimde gözüken koy ise Table Bay diye geçiyor. Bu koyun tam karşısında Robben Island var. Bu adada Mandela sürgünde kalmış,biz bunu görmeye gitmedik çünkü rehberimiz çok fazla görülecek bir şey oladığını söyledi.Resme dikkatli baktığınızda büyük havuzlar göreceksiniz,bu havuzlardan orman yangınlarını söndürmek için yararlanıyorlarmış. Rüzgardan dolayı denizden su alma şansları olmuyormuş.






 Stellenbosh Şarap Çifliğinin tam karşısındaki ağaçlarda rehberimizin de adını bilmediği bir ağaçtan pembe çekirdekli bu güzel meyvelerden avuç avuç toplayıp yedik.


Burası şaraplarıyla çok ünlü bir bölge. Etrafınızda sürekli üzüm bağları görebiliyorsunuz. 3000'nin üzerinde çiflik var ve her çifliğin içinde butik oteller var.
İlk şarap 1659 yılında yapılmış. Bizim gezdiğimiz KWV Wine  Emporium çifliği idi.Şaraplarıyla ünlü Fransızlar 1880 yılında burada şarap üretmeye başlamış. Bu çiflik 63 bağdan üzüm topluyor. Bunlar meşe fıçılarda saklanıyor. Burası bir kooperatif konumunda iş yapıyor.























Fıçıların üzerindeki figürleri baba-oğul yapmış. Buraya Katedral Şaraphanesi deniyormuş.On yılda fıçılarda % 3 buharlaşma oluyormuş; ortam, yıl boyunca 18-19 derecede tutuluyormuş.


Paslanmaz çeliklerde fermantasyon devam ediyor. Yerin altında da depolar var. 



Pinotage ( kırmızı ) şarap , çok meşhur bir şarap. Hermitage ve pinotnoir üzümlerinin daha koruk bile olmadan önce her sene aşılanarak yapılmasıyla elde edilen buruk bir şarap. Kırmızı ve beyaz şarap üretimi arasındaki fark ise kabuğu eklenirse onun verdiği renkle kırmızı olması. Maya konulunca
fermantasyon başlıyor. Blend şarap,üç ayrı şarabın fıçılama süreleri bitince karıştırılmasıyla elde ediliyor. Tatlı şarap elde etmek için Portekiz'den alınmış kızıl ağaçlar kullanılıyor. Boşken içleri su ve sülfürle doldurulup nemli kalması sağlanıyor. Gezinizin sonunda size değişik şaraplar tattırıyorlar ve arzu ederseniz bunlardan alabiliyorsunuz.                                                                                                                                                                                                                                             




Yemek yediğimiz restauranttın sahibi dengeye çok meraklı olduğu için her tarafta denge ile ilgili heykeller var. Güzel bir öğlen yemeğini etrafımızdaki üzüm bağları ve tabiatın içinde yedikten sonra Güney Afrika'nın vahşi kuşlarını görmeye gidiyoruz.











Spier Çiftliği'nde,birçok yırtıcı ve vahşi hayvanı şovlarıyla beraber izledik.


                                            




                                              














Yorgunluğumuzu atmanın ve güzel havanın tadını çıkarma zamanı gelmişti.









Camps Bay da 12 havari adını verdikleri tepecikleri gördük.

























                                                          Eylül ve ekim aylarında balinalar       bu koyda şov yapıyormuş.







 Chapman's Peak Road,bu yolu köleler prangalarla kazıyarak gümüş madenine ulaşmak için yapmış. Yolun adı mühendisin kendi adı. Johannesburg'da müzede buranın yapımı sırasında çekilen resimler sergileniyormuş.











North Hoek ( kuzey Kancası ) Koyu,burası bir atçılık kasabası. Çok özel butik şarapları var. Tabi son derece pahalı.





Balıkçı kasabası olan Hout Bay'dan tekne ile açılıp Duiker Adası'ndaki Cape kürklü fokları görmeye gittik. Foklar kendilerine özgü kötü bir koku çıkartıyorlar. Bu fokların birkaç tanesini de tekneye bindiğimiz limanda gördük. Hatta limanda onları besleyen bir adama biraz para verirseniz resim çekme imkanı da sağlıyor. Okyanusda özellikle kıyılara yakın yerlerde önce yosun zannettiğimiz fakat sonradan rehberimiz Gencer'den öğrendiğimiz ' kelp '  adında otobüs boyuna yakın ve insan vücudu kadar kalın da olabilen kozmetikte de anti aging olarak kullanılan otları bol miktarda görüyorsunuz.













Simons Town yakınındaki Boulders Beach'te Afrika Penguenlerini gördükten sonra Atlas Okyanusu'nda buz gibi suya ayaklarımızı soktuk.
























                            Okyanus  manzaralı güzel bir restaurantta çok güzel bir ziyefet çektik.
























Afrika'nın güneyinde Portekizli denizci Barthelomios Diaz!ın keşfettiği Ümit Burnu'nu ( Cape of Good Hope ) görmeye gittik. Ümit Burnu'nun ,Atlas ve Hint Okyanuslarını ayıran gerçek nokta olmadığını öğrendik. Burnun her iki tarafı da Atlas Okyanusu imiş. Burnun 80 km kadar güneybatısında  olan Cape Agulhas ( Robben Island ) noktasının Atlas ve Hint Okyanusu'nu ayıran gerçek nokta olduğunu öğrendik.


















Fenerden çıkıp burna doğru giderken sahilde devekuşu,antilop ve babunlarla karşilaştık. Babunlar, son derece tehlike,yırtıcı ve maymun soyundan gelen bir hayvan türü. Elinizde yiyecek varsa hemen saldıran bir hayvanmış. Ayrıca aids virüsünü de taşıyorlarmış. Oldukça zeki hayvanlar. Hem etobur hem de otoburlar.Arabadan inerken muhakkak kapıları kapatmanız gerekir aksi takdirde bir babun içeri girebilir. Olabildiğince uzağından sakince ve elinizde yiyecek olmadan geçerseniz hiçbir tehlike yokmuş.







 Erkek devekuşları daha koyu renkli oluyormuş çünkü gündüz bütün ışığı üzerinde topluyor ve gece kuluçkaya yatınca yumurtayı ısıtıyormuş. Gündüz ise anne kuluçkaya yatıyormuş.









Okyanusun üzerinde gördüğünüz köpüklü bölge kayalıklardan oluşuyormuş. Gelen gemiler hep burda zarar gördüğü için dünyanın en yüksek fenerini kurmuşlar. Bu fenere,merdivenlerini yürüyerek çıktık. Manzara müthişdi,hem sağımız hem solumuz Atlas Okyanusu idi.






































Yerel havayolları ile iki saatlik bir uçuşun ardından Johannesburg'a ulaştık. Johannesburg ,' igoli ' altın şehridir. 1886 yılında altın madeni kasabası olarak kurulmuş.Sokakları çok temizdir. Dünyada ağaç miktarı en yüksek olan şehirdir.İç hat uçuşlarında bagaj kilonuz asla 20 kg ' ı geçmemeli aksi takdirde fazla kiloya giriyorsunuz. Tüm uçuşlar için reşit olmayan çocuğunuz varsa yanınızda muhakkak noterden ingilizcesi onaylı aile nüfus kaydı örneği olması lazım. Eğer ebeveynlerden biri yoksa gene ingilizce noterden onaylı muvaffakatname gerekiyor. Bu evrakları sürekli istiyorlar.

Uçaktan bakınca tarlaların daire şeklinde buğdayla ekili olduğunu görürsünüz. Daire olmasının sebebi tam ortadan çıkan bir sulama çubuğu merkezden başlayarak tüm daireyi sular.
Termik santrali,hidroelektrik santrali ve üç tanede nükleer santrali var.






                                                                Şehir yukarıya doğru uzuyor.
Down Town ' da hiç beyaz yok ve burası beyazlar için oldukça tehlikeli bir bölge.
Bütün ormanlık ya da yeşilliklerin altında hep evler mevcuttur.Doğal bitki örtüsü ise savan denilen kısa otlardan oluşuyor.












Jakaranda adında eylül-ekim aylarında yaprakları mosmor açan bir ağaç sokakları çok güzel süslüyormuş. Maalesef biz o güzel halini göremedik. Bu ağaç Güney Amerika'dan gelmiş.






                                                                                                                                                                          Mandela bütün mücadeleyi burada vermiş. Hukuk eğitimini de burada almış. Johannesburg'daki evi ve evinin önündeki taşlara hayranları hep yazılar yazmış.                                  















                                                                    Toplu taşıma burada da yok. Sanayide çok gelişmiş.Bütün Avrupa firmalarının burada genel merkezleri vardır.
Dünyanın en zengin altın rezervlerine sahip %72,elmas da ise dünya rezervlerinin % 81 ' ine sahip.Altın işlenmeden önce siyah bir görünümdedir. Bir ton topraktan siyanür ile 6-7 kg altın çıkartılıyor. Bu işlemi madenden çıkan atık topraklara yapıyorlar. Yollarda gördüğümüz sarı öbek öbek topraklara hep bu işlem uygulanmıştır. Yollarda ayrıca platinyum ocaklarını da görebilirsiniz.




















İşlenmemiş elmas siyah renklidir,işlenince pırlanta olur. Büyüklüğü yani karatı,berraklığı (A harfiyle ifade edilir AAA en beraktır ),rengi ve kesimi çok önemlidir. Burada taşlar ucuz işçilik pahalıdır. Bütün taşlar ingiliz borsasından onaylıdır. Çünkü burada vergi kaçırmak çok büyük suç. Hindistan, Rusya, İsrail ve Türkiye elmasa güzel kesim yapıyor.Sesil Can Rodej diye bir adam ki bu bir ingiliz,Güney Afrika ' da elması kesimden sonra tüm dünyaya dağıtır.
Kanlı elmas ,elması bulan kişiler bir daha oraya gitmesin diye öldürülürlermiş o yüzden bu isim takılmış.


Pilanesberg National Park turunda çok nadir olarak rastlayacağımız sahibi Alex' i de gördük. Film çekimlerinde gereken aslanları hep buradan alıyorlarmış. Bu çiftlik 8000 dönüm.










                                            



                                            








 Çok nadir görülen beyaz aslanların nesli tükeniyor çünkü renkleri yüzünden doğa ile uyum sağlayamıyorlar.









                                                   Yavru aslanlar bu halleriyle oldukça sevimli.









Aslanlar ,haftada bir yemek yer. Günde 18-20 saat uyurlar. Avlanmak kadın aslanların görevi. Ayda bir hafta çifleşirler ve bu çifleşme 60 saniye sürer. Erkek aslanlar günde 60 kez çifleşebilirler. Erkek aslanların yeleleri var.




                                                   


                                               


                                            

SAFARİ


                                                                           
                                               


































Safari için gittiğimiz otel son derece huzur verici, tabiatın içinde oldukça güzel doğal ortama uygun inşa edilmiş.Çok fazla yağmur yağdığı için bütün evlerin üzerinde paratoner mevcut. Ortam doğal olduğu için hayvanları uzak tutmak amaçlı dikenli ve elektrikli teller otel bölgesinin etrafına çekilmiş konumda. Bahçede fillerin bol bol yiyerek sarhoş olduğu marula meyvesi ile karşılaştık. Bu meyve kendinden alkollu ve Amarula içkisi olarak da her yerde satışı yapılıyor,ben tadını çok sevmedim. Sabah 5.00 ' de safari için yola çıktık. Arabaların üstü hariç her yeri açık,özellikle hayvanlarla karşılaştığımız zaman asla ses çıkarmamak gerekiyor. Ayrıca yanınızda asla yiyecek olmaması gerekir ki hayvanlar koku alıp saldırmasın. Arazide hangi hayvanın ne zaman çıkacağı asla belli değil. Onlar tümüyle kendi doğal ortamlarında yaşıyorlar ve birbirlerini avlayarak besleniyorlar. Onlar safari arabası tek parça olarak görüyor ve içindeki bizleri algılamıyorlar. Bu arazide BİG FİVE olarak tanımlanan aslan,leopar,fil,bufalo ve hippolari;350 kuş türü; 65 sürüngen ve yüzlerce değişik hayvan görme şansı var. Rehberimizin dediğine göre bizim turumuz oldukça zengin geçmiş. Şimdi gördüklerimizi sizinle paylaşacağım.






Amacı ise insanların hayvanlara,hayvanların insanlara zarar vermesini önleyerek hayvanların doğal ortamda yaşamasını sağlamak. Kaplan, kurt ve ayı bu iklimde yaşamazmış. Biz burada Tanzanya ve Kenya'daki safarinin aynısı yapmışız.










                                              






                                               









                                                            Bunlarda balonla safari yapanlar.
























































































































Sun City,Güney Afrika'nın kuzeybatı eyaletinin bozkırları içinde sakin bir suni gölün kıyısında ve Pilanesberg'in heybetli dağlarıyla çevrili  Elends  Nehri arasında turistik bir bölgedir. Burada golf turnuvaları,güzellik yarışmaları vb gibi birçok aktiviteler düzenlenir. Johannesburg' dan iki saat uzaklıktadır.Sol Kerzer tarafından 1978 yılında kurulmuş. 1992-2000 yılları arasında sürekli içeri kumarhane,golf,dalga havuzu gibi ilaveler yapmış. Ekim-nisan sıcak yaz dönemidir. Kuru ve güneşli bir havası vardır ve sıcaklık 24 derece civarındadır. Kış mevsimi haziran-temmuzdur ve sıcaklık 4-18 derece civarındadır. Malay kültürünün etkisi altındadır. 4-5 yıldızlı otelleri mevcuttur. Şu an One on Only otellerinin de sahibi olan Kerzer 92 yaşındaymış ve varisi yokmuş.




































































Dalga havuzuna giderken muhakkak oda kartınızı yanınıza almanız gerekir. Yanınıza ekstra havlu almanıza gerek yok oradan alabiliyorsunuz. Havuzun kapanışı ve havlu teslim saati 17.00
Zip slyding yapma şansınız var. 1.2 km' yi 140 km/sa ile uçarak geçiyorsunuz. ATV, labirent,timsah görme,adrenalin yükselten kaydıraklar, kumar oynama, 18 yaş altının alınmadığı havuzda dinlenme vb aktiviteleri de yapma şansınız var.


















                                             














                                         









    



                                               

                       Bu güzel günün ardından nefis bir akşam yemeği oldukça iyi geldi.





                                        Sun City'de birçok hayvanla da karşılaşma şansınız var.








                                                    Emel,kendine siyah çocuklarda buldu.

Yedi yıldızlı kayıp şehrin otelini görmek isterseniz maalasef bunu normal yolla yapamıyorsunuz. Otelden oranın kuyumcusundan randevu alıp sanki zinet alacakmış mazeretiyle gideceksiniz veya otelenizin shutle son derece sade bir kıyafet ve yanınıza ekstra bir eşya almadan binip diğer otele gidebilirsiniz. İçeri girerken kapıdaki görevlilere sanki oranın müşterisi gibi son derece rahat davranıp geçin ve asla resim falan çekmeyin ki içerdekilerde şüphelenmesin. İçeri girince lobiyi geçin ve sola dönün,en sağdaki asansöre binip en üst kata çıkın. İnince ahşap bir oda ile karşılacaksınız şimdi yürüyerek 4 kat çıkın. Çıktığınızda yorgun olursanız dinlenmeniz için sandalye var. Şimdi bütün yorgunluğunuzu alacak müthiş bir Sun City manzarası sizi bekliyor. Dönüşte ise 1. kata inerseniz sola doğru gidin ve bahçede orijinal fil boyutlarında heykeli göreceksiniz. Lobideki sandalyeler gerçek zebra derisidir. Dönüş için eğer 18 yaş üstü havuzun bilekliği varsa kolunuzda fil heykelinin orada duran görevliye doğru gidin zaten kolunuzdakini görünce sizi geçirecektir ve merdivenlerden inip havuza drek inin. Ya da geldiğiniz gibi otelin shutle ile istediğiniz yere dönün.















                                                      Bu resim ineceğiniz merdivenlerin resmi.


                                                   Yediğimiz bu güzel meyvenin adı Granadüla imiş.







Lesedi Kültür Köyü, eskiden Güney Afrika da 9 tane kabile varmış. Bu köyde Zulu, Xhosa, Basotho ve Pedi kabilelerinin yaşam hayatları canlandırılıyor. Şu an bu kabilekerin hiçbiri yok. Bu kabilelerden Zulu en savaşçı kabileymiş. Az miktar bahşiş bile onları çok mutlu ediyor.











              Bu kadın kabilenin büyücüsü


                              Bu ağaç ise kabile içinde ' tuvalet kağıdı ağacı ' olarak tanımlanıyor.














                                      Şimdi sırada kabile dansları var,bize oldukça ilginç geldi.

















Gezimiz bitince önce yerel danslarını seyrettik sonrada içinde timsah ve devekuşu etlerinin de bulunduğu açık büfe yemeğimizi yedik. Ben timsah etini ( tabakta tavuk eti gibi beyaz olan ) de,deve kuşu etini de beğendim.









Rehberimiz bütün alışveriş işlemlerimizi Johannesburg'dan yapmamızı önerdi. Böylece uçakta fazla kg sorunu da yaşamadık. Bizi götürdüğü mağazada her tür hediyelik eşyanın yanı sıra herhangi bir sebeble veya yaştan dolayı ömrü dolmuş hayvanların da satışı vardı.








































Johannesburg'da Selimiye Camisi'nin %20 oranında küçültülmüşü ama her şeyiyle birebir aynısı burada yapılmış. Yapım aşamasında kullanılan en ufak parça bile Türkiye'den gelmiş.





Buraya gelip de teneke evlerden bahsetmezsek olmaz tabiki, bizzat görmeye gitmedik sadece uzaktan çektiklerimiz.





























Ayrıca eski sanatçılardan Yüksel Uzel de yirmi yılı aşkın zamandır burada yaşıyormuş. Haftanın belli günleri iyi bir bedel karşılığında lahmacun günleri düzenliyormuş. Türkiye'den gelen her türlü devlet adamını da ağırlıyormuş.




Sevgili rehberimiz Gencer Yalçın, 11 yıl boyunca Güney Afrika'da yaşadığı için biz oldukça şanslıydık çünkü sadece yerel halkın bildiği Monte Casino diye özel bir yere götürdü. Burası tümüyle İtalyan Sokaklarından esinlenerek yapılmış oldukça büyük kapalı bir alan. Başınızı kaldırdığınız zaman bazen gece,bazen gündüz ve bazen de günbatımı ile karşılaşıyorsunuz. İçerisi oldukça hareketli,cıvıl cıvıl,her tarafta müzik sesleri,casino ve daha niceleri.























































,




                                         AVM içinde Nelson Mandela meydanındayız.









                                                Havaalanında pilot ve hosteslerimizle karşılaştık.